Rahmi Aksungur’un İşbank Sanat, Kibele Sanat Sergisi’ndeki Retrospektif’ini incelemeye giderken, fark ediyorum ki heykele karşı bir uzaklık hissi hakim üzerimde. Brutalist ve zafer anıtları gibi eserler, yücelerin yücesini anlatmak, kamusal heykel örneklerini görmek ekseriyetindeki heykel sanatına maruziyetim, beni kendine karşı mesafeli (ki korku da bir mesafedir) kılmış.
Bir yandan da ağız florasını temizleyerek, yeni tatlar almaya çalışmak çabası ile, ilk defa bir sergide enstalasyon dışında 3 boyutlu sanat odağında bir şeyler görmeyi fırsat biliyorum. Bugüne kadar heykel hiç ilgimi çekmemişti.
Aksungur’un retrospektifinde ilk göreceğimiz şey, ızgara / grid / karelajın eserlerin temel ögesi ve belki ideası olduğudur. Eserler bize nüfuz ettikçe grid birkaç anlam kazanmaya başlıyor;
- Pragmatik olarak; eserin inşası için ahşap birleşimlerinde kullanılmış güzel bir yaklaşım
- Teorik olarak; materyalist grid yaklaşımına karşı, daha duyusal bir yaklaşım sunarak, materyalist ideanın bir ögesi ile materyalizm dışı bir deneme (belki de eleştri)
Pragmatik kullanıma örnek olarak, “elma”ya yukarıdan baktığımızda, elma’nın birleştirilme sürecinde kare profil şeklinde kesilen ahşabın, gridsel şeklinde birleşimini görürüz.
Grid, bana ise eserlerde ortak tema olasının bir anlam taşıdığı sinyallerini vererek; dönüşüm kavramının bir eksiklikten yola çıkmasını gösteriyor. Öyle ki, eserlerde hayvan-insan arası formların arkasındaki boşluk girdleri, dönüşümün bir eksiklikten ya da eksikliği doldurma çabasından başladığını vurguluyor.
Çünkü Aksungur’da grid, kütleyi oluşturan değil, kütleyi eksilten ya da eksikliğini vurgulayan bir şekilde konumlanıyor; aradalık ve eksiklik (belki de tamamlanamamazlık) idealarını ortaya koyuyor.
Yol, 1988; çizgilere bir örnek
Diğer en baskın 2. özellik ise eserlere hareket ve dönüşüm izlenimini katan çizgiler; yatay konumlandığında adım atmayı ve ilerlemeyi hissettiren, dikey konumlandığında ise manevi bir yükseliş / dirilme gibi kavramları somutlaştırıyor.
Yanına gelir gelmez, distopik bir evrenden bir parça olduğunu sezdiğim kocaman gözler belki de grid’in etkisi ile mutlak otoriter bir bakışı değil yukarıdan bir bakışı temsil ederken, grid ile iç içe geçmiş, gözlerin de gridin bir parçası olduğu (İsimsiz, 1988) ise beni korkutuyor. İnsanın korkusunu tetikleyen noktalardan biri olan gözler, grid’in getirdiği boşluk ile birlikte özgün bakış açısını belki değer yargılarını yitirmiş birini, ya da otoriter bir gücün altındaki bir muhafızı, ya da nükleer bir felaketi, ya da pek çok ideayı tetikliyor.
İsimsiz, 1988, Bronz
Ancak sanırım sol taraftaki çizgiler bir geçicilik de katıyor. Çizgilerin çapraz gelişi, dikey-ilahi ve yatay-fiziki eksenlerin bir birleşimi olarak, zaman akışı yönünü sembolize ediyor.
Evet biz zaman eksenini genelde yatay düşünürüz, bununla da bilim yaparız, ancak deneyimlediğimiz dünya bize zamanın çapraz bir hareket olduğunu da hissetirmez mi? Belki de bu sebeple zamanın öznel olduğunu düşünür, lineer bir bağlantı kuramaz, anlattığımız hikayede atlamalar yapar, hafıza kaybından şikayet ederiz. Belki de zamanı yanlış anlamışızdır. Bundan dolayı da hem güzel hem de çirkin şeylerin geçiciliğini anlayamıyoruz.
Düşündüren, bazen de geren ama eserin yanından ayrılırken nötr bir halde ayrılmamıza izin veren gözler
Sonuç olarak gridin ve çizgiselliğin birleşmesi, insanın varoluşuna dair bir eksikliğin ve çabanın ayrılmaz ikiliğini gösteriyor. Bu iki unsur bir dikotomi değil, ying-yang bütünlüğü sergiliyor.